>Aleviler Şah ve Sultan’a neden tepkili?


>

Karşıda görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü Pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Pir Sultan Abdal
            Reha Çamuroğlu ve İskender Pala, tarihteki en önemli şahsiyetlerden biri olan, belli bir zümrenin hem dini hem de siyasi lideri Şah İsmail’i konu edindiler romanlarında. Bunu yaparken, iki farklı kimliğin dil olarak da romanın üslubuna yansıdığını ifade edebiliriz. Reha Çamuroğlu’nun Alevi olması, İskender Pala’nın ise bir Sünni olması, her iki kitabı söylem ve dil açısından oldukça farklı kılmış. Bazı açık yaraların anlatılışında bu farkı ayrıntılarıyla gözlemleyebiliyoruz. İskender Pala kitabında iki anlatıcı kullanmış. Biri Kamber – ki kendisi Şah İsmail’i ve Erdebil Ocağı’nda gözlemlediklerini anlatıyor- diğeri de Yavuz Sultan Selim’in sağ kolu olarak tasvir edilen Hüseyin. Bu iki karakter de Alevi. O nedenle iki karakter de genellikle Kızılbaşların yaptıklarını kendi vicdanları ile hesaplaşarak tasvir ediyorlar. Ayrıca Pala’nın her iki anlatıcıyı Alevi olarak seçmesi de dikkatlerden kaçmaması gereken bir ayrıntı bence.
            Siz ister Kamber’in ağzından, ister Hüseyin’in ağzından gelişen olayları okurken, Şah İsmail’le ilgili bazı kanılara sahip oluyorsunuz. Acımasızlık, içki düşkünlüğü, onu asla sevmeyen bir kadın, kafatası avcısı, Sünni düşmanı, anne katili gibi. Oysa Reha Çamuroğlu’nun anlatımında bu karakterin sert mizacının neden kaynaklandığını anlayabiliyorsunuz. İki yazar arasındaki bu zıtlık da Şah İsmail’in, Pala’da derin bir tahlilinin yapılmamasından kaynaklanıyor. Ancak unutulmamalıdır ki bu bir tercihtir ve tamamen yazara bağlıdır. Siz Şah İsmail’in geçmişini, annesine karşı hislerini vb. olayların ayrıntılarını bilmeden, onu bir eylem adamı olarak okuyorsunuz Şah ve Sultan’da. Bu nedenle de kafanızdaki Şah İsmail kötü kalpli bir film kahramanına dönüşüyor. Zannediyorum İskender Pala’ya gelen olumsuz tepkilerin asıl nedeni de bu. Tarihte pek çok olay meydana gelmiştir, nedenleri ve sonuçları vardır. Nedenlerini bilmeden yalnızca sonuç yazarsanız, durum hiç de objektif bir hal almaz. Yanlı ve bilinçli bir eylem olarak algılanır. Şah ve Sultan’da yaşanan aynen böyledir. Bu durumu değerlendirmeyi de elbette size bırakıyorum.
            Kızılbaşların mekânları ve öğretileri üzerine geliştirilen dilin de Pala da eksik ve kimi zaman hatalı olduğunu düşünüyorum. Hüseyin’in gözünden söylenen bir iki cümle ile örneklendirmek gerekirse:
“…
Kızılbaş olarak acaba babalarımızın, dedelerimizin ta Orta Asya’dan getirdikleri ve sıkı sıkıya bağlı oldukları şaman inancının bunda ne kadar etkisi vardı diye araştırdım, bilenlerden sordum; İslam’dan önceki şaman kültürünü yaşatma konusunda Kızılbaşlık içinde derin bir algılama mevcuttu.
….
Burada insanları kutsal kitap değil de tabiat yönlendiriyor gibiydi.” (Sy. 311-312)
           
            Şah’ın huzuruna varanlar ise, Şah ve Sultan kitabında nedense bir hayal kırıklığı ile karşılaşıyorlar. Şah’ın yüzündeki “nuru” göremeyenler oluyor. Pala’daki bu söylemin de bilinçli ya da bilinçsiz olarak yanlı bir dil olduğunu düşünüyorum. (sy.27) Çünkü aynı şeyi ilerleyen sayfalarda tekrar yapıyor:
“Şehirde Kızılbaşların bayramı vardı, Sünnilerin yası. Vicdanı olan hiç kimse bu yasın gölgesinde sevinmek istememişti oysa.”  (sy. 48)
          Yani Kızılbaşlar’ın vicdanı yoktu ve onlar bayram mı yapıyordu? Devam edelim. Hüseyin konuşuyor yine:
“Burada öyle Kızılbaşlara rastladım ki Kur’an’ı bile küçümsüyor, haram kılınan günahların birçoğunu helal sayıyorlardı.” (sy. 78)
Yine başka bir yerde:
“İşte Kızılbaşlık ruhu bu idi. Savaşmak, ganimet edinmek ve eğlenmek. Bezm ile rezm arasında bir hayat. Şavaşılırdı, iyi yaşamak için, iyi yaşanırdı, güçlü savaşabilmek için…” (sy. 120)
            Bu ve buna benzer pek çok ve pek çok örneği kitabın içeriğinde bulmak mümkün. Ancak kitabın en can yakan noktalarından birisi de Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’in karısını esir etmesi. Bu durum da Reha Çamuroğlu’nda ayrı, İskender Pala’da apayrı anlatılıyor. Hele Taçlı’nın (Şah İsmail’in karısı) fikirleri, düşünceleri ve dönüşümü gerçekten Alevileri kızdıracak nitelikte.
            Bu arada Şah İsmail’in annesinin ölümü ve bunun nedenleri de iki kitapta farklı anlatılıyor. Ben, kitabın içeriğini zedelememek ve meraklı okuyucuların keyfini kaçırmamak için, daha fazla örnekleme yapmak istemiyorum şimdilik. Ama üzerinden biraz zaman geçtiğinde, ayrıntılı olarak iki kitabın tahlilini yapacağım. Ancak siz değerli okurlara söyleyebileceğim son söz, Reha Çamuroğlu’nun “İsmail”ini okumadan, onunla ilgili karar vermemeniz. Sonuçta sizler, Şah İsmail’le birlikte bir dönemin acı tarihine tanık olacak ve belki de Alevi’leri Şah İsmail’e göre değerlendireceksiniz.
            Bu öyle ince, öyle kırılgan bir nokta ki! İskender Pala’nın yazdıklarına ve anlatılan dönemin onun gözünde aktarılışına her ne kadar saygı duysam da, Şah İsmail gibi büyük bir şahsiyeti hiç anlayamamış, hiç tahlil edememiş demekten kendimi alamıyorum. Bilinçli ya da bilinçsiz yanlı bir dil ve söylem geliştirmiş. Bu durumda Alevi kardeşlerimin incinmesi çok doğal geliyor bana, ancak yine de yapılan esere saygı duymak gerektiğini ve bir karşılık verilecekse bunun davalarla değil, aynı dönemi anlatan iyi bir kitap yazılarak olmasından yanayım. Yine unutulmamalıdır ki İskender Pala bu kitabı yazarken, barışın korunması ve sürdürülmesini amaç edinmiştir. Ben bu niyetinde samimi olduğunu, ancak salt iyi niyetin tarihi doğru aktarmasına yetmediğini düşünüyorum.